Birçok eski Gagauz inancı günümüze kadar ulaşmıştır, ancak bugün çok az insan, mesela 70-80 yaşını aşmış büyükanne ve büyükbabalar bunlara bir açıklama getirebilir. Genç nesillerin temsilcileri ise genellikle ne olduğunu ve nedenini açıklayamazlar.
Gelin bu boşluğu da dolduralım, çünkü ulusumuzun değerli torunları olmak için sadece geleneklerini değil, kültürün diğer bileşenlerini de bilmeliyiz.
Bugün Gagauzların doğayla ilgili bazı kozmografik ve coğrafi algılarıyla tanışacağız ve Valentin Moşkov’un “Bender vilayeti Gagauzları” adlı ünlü etnografik makalesini kullanacağız.
İşte yazarın Gagauzların doğa algısı hakkında yazdıkları: “Gagauzların kozmografik ve coğrafi bilgileri, çoğu modern medenileşmemiş halkta olduğu gibi, eski mitlerin parçalarının, daha sonraki mitlerin ve son olarak okullardan öğrenilen modern bilgi kırıntılarının bir karışımı olarak temsil edilir.
Valentin Moshkov, bu bilgilerin çoğu zaman birbiriyle çeliştiğini ve birbirini dışladığını, ancak bunun sadece birçok insanın kafasında değil, çoğu zaman tek bir kafada bile yan yana var olmalarını engellemediğini yazıyor.
Bu nedenle, doğa olayları ve gök cisimleri hakkındaki bazı Gagauz inançlarını ele alalım.
Tanrı yıldızları güzellik için yaratmıştır. Gökyüzünde yeryüzündeki insan sayısı kadar yıldız vardır, her insanın kendi yıldızı vardır. Büyük insanın ise yıldızının da büyük olduğuna inanılıyor. Örneğin kralların yıldızları en büyük, zenginlerin yıldızları biraz daha küçük, en küçük ve en sönük olanlar ise fakirlerin yıldızlarıdır. Bir kişi öldüğünde yıldızı düşer ve bu yıldızın büyüklüğüne bakarak o kişinin statüsünü ve sosyal durumunu anlayabilirsiniz. Diğer yıldızlar arasında Gagauzlar batıdaki “büyük bir yıldız”a özel ilgi gösterirler, buna “Kervan kıran yıldızı” (“Yıldızın altında ölen Kervanın “) derler, büyük tufandan hemen sonra gökyüzünde belirmiştir; Büyük Ayı yıldızı – “Araba”. Samanyolu – (“Saman yolu”), bir adamın vaftiz babasından çaldığı samanı sürüklediği yol.
Gagauzlar bulutları “paça gibi” (kelle paça yemeği gibi ama soğuk yeyilen bir yemek) olarak hayal ederler, ancak o paça o kadar katıdır ki Aziz İlyas üç beyaz atını koştuğu yanar bir arabayla seyahat ediyor.
Gök gürültüsü bu arabanın tekerleklerinin gürültüsünden kaynaklanır. Gök gürültüsü özellikle yüksek olduğunda, Gagauzlar Aziz İlyas’ın kızgın olduğunu söylerler. Bu yıl ilk kez gök gürlediğinde, bir demir parçası alırlar ve yıl boyunca sağlıklı ve güçlü olabilmeleri için başlarına dokundurulur.
Bu arada Gagauzlar bu inanca günümüzde de sadık kalıyorlar. İlk gök gürültüsünde yaşlı büyükannelerin bir çorba kaşığı alıp küçük torunlarının alnına koyduklarına defalarca şahit oldum.
Yıldırım, Aziz İlyas’ın Şeytanlara fırlattığı ateşli oklar şeklinde düşünülür. Yıldırım sırasında şeytanların insanların ve hayvanların arkasına saklandıkları ve hatta evlerde bile saklanabildikleri söylenir. Bu nedenle bir fırtına sırasında köpekler ve kediler evden çıkarılır ve uzaklaştırılır. Bu aynı zamanda yayladaki çobanlar için de geçerlidir.
Yıldırım tarafından öldürülen bir kişi doğru bir kişi olarak kabul edilir. Öldüğü yere bir haç yerleştirmek adettendir.
Yağmur gökten yağan, pınarları ve nehirleri besleyen ve sonra onlar aracılığıyla denize akan sudur. Tanrı, suyu “tulum”lar (deriden yapılmış çuvallar) içinde taşıyan özel insanların yardımıyla suyu denizden göğe geri taşır.
Yağmur yağarken yemek yemek günahtır, çünkü “Tanrı iş başındadır”.
Moşkov’un yazdığı gibi, gökkuşağının (“kuşak”) ne olduğunu Gagauzlar ona açıklayamamış, ancak içinden geçmeyi başaran bir erkeğin kadın, bir kadının da erkek olacağına inanıyorlar. Bir gökkuşağı belirdiğinde, içinde hakim olan renge dikkat ederler: eğer yeşilse, iyi bir buğday hasadı olacağını söylerler; eğer kırmızıysa, ekmeğin köklerinde solacağını, ancak üzümlerin ürün vereceğini söylerler; eğer sarıysa, arpa iyi ürün verecektir.
Gagauzlar rüzgârın topraktan çıktığına inanırlar. Rüzgâr aniden şiddetle yükselirse, bir yerde cinayet işlendiğini söylerler.
Bu arada, Çadır-Lunga’nın bazı mahallelerinde hala bir görüş var; aniden kuvvetli bir rüzgar çıkarsa, biri kendini asmış demektir. Bu sözü hem çocukluğumda hem de bu yakınlarda duymuştum. O anda hangi ülkede olursam olayım, her rüzgâr çıktığında aynı inanç aklıma geliyor. Belli ki Gagauz çocukluğumun yankıları.
Ayrıca büyükannemin dışarıda kasırga çıkarsa eve saklanmamı sıkı sıkı tembihlediğini de çok net hatırlıyorum. Neden ya da niçin olduğunu hiç merak etmedim, sadece rüzgârdan korktuğunu düşündüm. Moşkov’un kitabında okumuştum: Toz sütunlarını yükselten girdaba “yavruşka” deniyor. Bu girdapta şeytanın uçtuğuna inanılır ve bu nedenle bir adam girdaba düşerse kesinlikle hastalanır.
Bazı yaşlı kadınlar, yavruşka’nın neden olduğu hastalıklardan korunmak için özel bir efsun bilirler. Bunu söylerken bir bezi yakarlar, sonra bükerler ve bezin kömürleşmiş kenarlarıyla hastanın dudaklarını, kulaklarını, ayaklarını ve parmaklarını silerler. Kişi ancak ritüelden iki saat sonra yıkanabilir.
Ateş yaşayan bir varlık olarak kabul edilir ve bir ruha sahip olduğuna inanılır ve böyle yaşayan bir ateşin onuruna özel bir bayram günü vardır – Aziz Foka Günü. Bu arada, Moldovanca “fok “, ateş demektir.
Gagauzlar ateşe ek olarak, iki tahta parçasının birbirine sürtülmesiyle elde edilde ateş (“cansız ateş “) de ayırt ederler. Bu tür ateş, koyunların kitlesel hastalığı durumunda kullanılır. Bunun için ailenin ilk doğan ve son oğlu olan iki bekâr seçilir. Köyün topraklarını komşu topraklardan ayıran sınıra giderler. Orada bir ateş yakarlar.
Ateşle oynamak günah sayılır. Eğer kişi ateşle oynarsa ya da içine tükürürse idrarını tutamama sorunu yaşayacağını söylerler. Gün batımından sonra evden ateş verilmemelidir, çünkü küçük çocuklar ağlar.
Bu arada, genç Gagauz anneler, kaynağını henüz bulamadığım bir başka inancı da bilmelidir: Gün batımından sonra yeni doğmuş bebeklerin yıkanmış bezlerini ve kıyafetlerini dışarıya asmamak gerekir, çünkü bebekler huysuzlanır ve gece boyunca ağlarlar.
Bazıları, dünyanın sarı bir boğanın boynuzunun üzerinde bulunduğuna inanıyor. Bu boynuz yorgunluktan ağrıdığında, boğa dünyayı diğer boynuza kaydırır, bu yüzden depremler olur.
Diğerleri ise dünyanın bir balığın üzerinde durduğuna ve depremlerin balığın yüzüp kuyruğunu sallamalarından kaynaklandığına inanıyor. Son olarak, depremler için en yeni açıklama, dünyanın içinde taş kömürü oynamasıdır.
(Devamı var. İkinci bölümde Gagauzlar’ın hayvanlar ve kuşlarla ilgili kehanetleri ve inançları hakkında bilgi edineceksiniz).
Yazar: Nata Çebotari. Çeviri Güllü Karanfil